Bugun...


Cahit GÜNAY

facebook-paylas
KARABAĞ KIZLARININ GÖZÜNDE KARABAĞ (Karabağ'ın Kızları 8)
Tarih: 09-12-2020 20:31:00 Güncelleme: 09-12-2020 20:31:00


-Sevgili Aynur Hanım, bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Kimdir Qarayeva Aynur Cavid qızı?

-1980 yılında Ağdam şehrinde dünyaya geldim. Tahsil hayatımı Karabağ savaşlarının içerisinde ki anlatacağım sebeplerden dolayı, Azerbaycan'ın değişik şehirlerinden tamamlamak zorunda kaldım.

Məişət Xidməti Kollecinin ibtidai sınıf ve BSU Yaradıcılıq (edebiyi yazılık) Fakültesini bitirdim. Halen Türkiye'de bulunan Atatürk Üniversitesi, AÖF Sosyoloji fakültesinde öğrencilik hayatım devam ediyor, ayrıca da Azerbaycan'da bir ilk okulda da öğretmen olarak çalışıyor, başta "Umay ana" olmak üzere birçok sosyal sorumluluk projelerinde gönüllü görevler alıyor, dergi ve gazetelerde köşe yazıları yazıp, iki çocuğumla birlikte hayata tutunmaya çalışıyorum.

-Sevgili Aynur Hanım, 12-13 yaşlarınızda, çocukluğunuzu bile yaşamadan olgunlaşan bir savaş çocuğu olarak, savaş ve çocuk ikilemini bize anlatabilir misiniz?

-1990'ların 20 Ocak trajedisi içimizde korku yaratıyorken, Yetişkinlerin hal ve hareketlerinden de, bazı şeylerin olacağını hissediyorduk.1991 yılına girdiğimiz süreçte sokaklar da zırhlı araçların ve askerlerin sayısı artıyor, onlar arttıkça da şehir, yavaş yavaş renkliliğini kaybediyor, kaybettikçe de hayatlarımız, siyah beyaz bir Savaş filmine dönüşüyordu.

    Her iki dedemde, İkinci Dünya Savaşı gazileri idi. Büyükannem ve Büyükbabam, bizlerin ısrarlarını kıramaz, bizlere her gün savaş anılarını anlatırlardı. Onların anlattıklarından çıkardığımız, Savaşın ilginç ve harika oluşu idi.

Sonradan anladım ki, Savaş Büyükannem ve Büyükbabamın anlattıkları kadar güzel değilmiş ve onlar bizler korkmayalım diye bir sürü kulağa hoş gelen saçma sapan şeyler anlatmış.

       1991 yılının sonu, 1992-nin başlarında bölgemizde kış çok çetin geçiyor, yakın köylerden gelen kötü haberlerde bizleri derinden sarsıyordu, Sokaklarda, baştan başa siyah bayraklar, evlerde de şehitler vardı.

Cahit bey! ben çok nüfuslu bir ailede büyüdüm, annem 7 kardeşti, onlar da gedip-gelir ve herkes birbirleriyle çok rahat haberleşirdi. Bir gün Karadağ'lıda bir düğün vardı, düğünü sakallı adamlar basmış düğünde ki gelin ve gözlerine kestirdiği başka bir kızı da yanlarına alarak götürmüşlerdi.

Tabi bu olayın belki de en ilginç yanı, yıllardır unutmuş olduğum aklıma bile gelmeyen olay, son günlerde Karadağ'lı köyünün işgalden kurtarıldığı haberini aldığımda tekrar hatırladım. O gün, Ermeniler köye giden yolu kesmiş, yoldan geçen herkesi yakalayıp bazılarını öldürmüş, bazılarını da esir olarak götürmüşlerdi. Bunları hatırlar hatırlamaz Anneannemi aradım ve bu olayı sordum. O da hatırladı, evet dedi, o köyden çok az insan sağ kalmıştı, bunu nasıl hatırladın? Hocalı katliamından önce Ermeniler benzer trajedileri birçok büyük köylerimizde de yapmıştı.

    1992 Hocalı katliamı beni bir insan olarak, çok sarstı ve yıllar geçse de ben bu travmadan kurtulamadım. Her yıl 25-26-27 cumartesi günleri deli gibi oluyor, aynı korkuları yeniden yaşıyorum. Yıllardan beri biriken bu psikolojik travmadan ölene kadar kurtulacağımı da sanmıyorum. Hocalı hakkında ne kadar değişik şeyler yazılmış olursa olsun, halâ her tanıdığım insanla, Hocalı'da hiç duymadığımız yeni yeni hikâyeler duyuyorum.

      O gece, Ağdam'da dolu gibi bomba yağıyordu, sese uyandım, herkes ayakta idi, annemin yüzüne baktım, çok korktuğu endişeli olduğu öylesine belli oluyordu ki, apar topar benim üzerimi giydirmeye başladı, elleri titriyordu, dışarıda füze sesleri duyuluyor, herkes bir yerlere kaçıyordu, annem, hemen beni kucakladı, birazdan araba gelecek, birazdan araba gelecek, diye kendince benim korkularımı engellemeye çalışıyordu, ama ben hem çok korkuyor hem de çok üşüyordum.

       Sokak çığlık çığlığa ne yaptıklarını bilmeyen, çocuklarına, hayvanlarına sahip çıkmak için oradan oraya, oradan oraya çırpınan bir sürü insanın birbirine karışmasına sahne oluyordu, galiba bu gece bizler, mahşer yeri dedikleri yerde, mahşer gününü yaşıyorduk, arabası olan arabaları ile, olmayanlarda yayan düştüler yola, nereye gideceklerini bile bilmeden... Bıraktılar evlerini, hayvanlarını, aldılar çocuklarını sırtlarına, dışarı buz gibi idi ve biz donuyorduk. Nihayet arabamız gelmişti, tam on kişi bindik arabaya. Biz çıkarken ailemizin erkekleri, babam ve dayılarım köyde kaldı bizle gelmediler.

Bizde adım adım denilecek şekilde, Ağdam'ın Uzundere yolu denilen yerine çıktık. Hava öylesine çok soğuktu ki, arabanın kapısı donmuştu. Gecemizi köyümüzde yaşanan facialardan habersiz, Uzundere köyünde geçirdik, Sabah olunca da yeniden köye döndük. Sokağımız, sanki bütün köyün toplantı alanı gibi olmuştu.

 Kadınlar ağlıyor, erkekler kafaları yerde susuyordu, Onların o günkü suskunluklarının sebebini daha sonra anladım…

Anneannem hemşireydi. Bazen hastanede gördüklerini anlatırken deli gibi oluyordu. İnsanlar ayakta ölü gibi geziyorlardı. Sokaklarda zırhlı araçlar, bir yandan korku, bir yandan da ölüm saçıyordu, birden seslerin yükseldiğini duyduğum yere kafamı uzatıp baktığımda, bir aracın geldiğini gördüm. Arabanın arkasını insan cesedi ile doldurmuşlar, bazı cesetlerin, kolları, bacakları, kafaları birbirinden ayrı paramparça idi,

Hava şartlarından dolayı Donmuş olan cesetlerin, Güneşi görünce buzu erimiş ve arabadan kanlı su akıyordu. Köpekler arabanın etrafını çembere almışlardı. Gördüklerim kanımı donduruyor yani ölümden daha beter idi.

 Birkaç gün sonra kadın ve çocukların köyden tamamen çıkarılması kararı alındı. Ve biz mart ayında İsmayilli'de yaşayan bir akrabamızın evine gittik. Birkaç gün sonra alnımıza yazılan göçkünler ibaresi ile, göçkünler için ayrılan çocuk yuvasına yerleştik. Ailemizin erkekleri köyde kalmış, Ermenilerle savaşıyorlar, ancak Haftada bir kere sıra ile gelebiliyorlardı, artık çalışanlar maaşlarını bile alamayacak hâle geldiklerinden, her kes yoksulluk ve sefalet içinde hayata tutunmaya çalışıyordu, toplumsal yardım yetmemeye başlamış, her aileye günde bir ekmek veriyorlardı ve kış kendini, bizlere iliklerimize kadar hissettiriyordu... Nihayet Yaz kendini göstermeye başladığında bizde köylüler ile birlikte tarlada çalışmaya başladık ve toprak ana bizlerden bereketini esirgemiyordu.

     Tam 7 ay sonra, Ağdam'da ortam biraz sakinleşmeye başlamıştı, belki de biz öyle olmasını istediğimiz için, öyle görmeye başlamıştık, bizler yeni bir ev yaptırmıştık yeniden Ağdam'a döndük. O zamanlar şehir merkezine annemin de bütün altınlarını bozdurarak ve daha, taşınmadan göç ettiğimiz eve tekrar dönmemizi annem çok istiyordu.

 Döndük. Evimizi sarmaşıklar sarmıştı. Sanki sarmaşıklar evimizi düşmanlardan korumaya çalışmıştı diye düşündük. Bu evimizde de ancak on ay yaşayabildik. Savaş yeniden alevlendi. Her an saldırıya uğraya biliriz diye, Zaten yol çantamız kapı önünde duruyor, bizlerde elbiselerimizle, çoraplarımızla yatıp kalkıyorduk.

 Benim gözlerim hep pencerede olurdu. Şehrimiz o kadar güzeldi ki, gök yüzü aydın ve temiz olur, şehrimizi yıldızların parlaklığı aydınlattığı için, Geceleri elektrik lambasına gerek bile olmazdı. Uykuda köyümüzü görürdüm. Şimdi de ne zaman gök yüzüne baksam Ağdamı hatırlarım.

     Yıl 1993. Bu sefer şehri terk ettiğimizde araba da yoktu. Dedem, annem ve ben birkaç sokak yürüdük. Tam yanımıza füze düştü. Annemin O zaman kulakları duymaz oldu Allah'tan füze açılmadığı için o gün ölümden dönmüş olduk.

    Babamlar akşama doğru bizi buldu. Dedemin ayakkabıları yırtıldığı için onları çıkartıp atarak, çıplak ayakla yürümeye devam etmişti, buda onun ayaklarını kan revam haline göndermişti.

Yakın köylerden birine girdik. Birkaç gün orada barındık. Şehrin işgal olduğu haberini aldıkları için köyün boşaltılmasını söylediler. Oradan da Saatliye göç ettik. Burada devlet kurumları, okulları açarak bizleri okullara yerleştirdiler. Ve böylece bizim göçkünlük hayatımız, yeniden başlamış oldu, tam. 23 yıl, su için, banyo yapmak için, yemek yapmak için, sıra beklediğimiz bir okulun bize ayrılmış sınıfında yasadık. Çünkü okulda bir mutfak, bir banyo vardı.

2006 yılında Devlet tarafından yeni yapılan evlere taşındık ama aksilikler peşimizi bırakmamaya niyetli idi, bu defada 2010 yılında Araz çayının taşmasıyla evimiz su altında kaldı. Daha sonra yeniden yapılandırıldı, ama yaşam için yararlı olmadı. 2015 yılında yeni kasabada bir eve göçtüm. Birkaç yıl da orada yaşadım, işime uzak olduğu için kiralık ev tuttum ve şimdiye kadar da kirada yaşıyorum. Bağa ocağımı terk edeli ben hiçbir yerde 3 yıldan fazla yaşamadım, ama istemediğim için değil.

Her şey düzelir sandım, ama olmadı. Hep bir şeyler eksik kaldı. Umutlarıma doğru sürüklenip durdum. Kendime bir yer bulamadığım için, diktiğim hiçbir fidanın gölgesinde oturamadım.

         -Sevgili Aynur Cavit Hanım; Ağdam sizin için ne ifade ediyor?

          -Ağdam (Ak ev) benim beyaz şehrim, beyaz uykularım, masal dünyam. Orayı düşünmek bile çok güzel, rüyada gördüğümde çok mutlu oluyorum. Ağdam'da gelişmiş, şehir kültürü çok yüksekti, para ve sanatın kavşak noktasıydı. Herkes bir şeyler yapabiliyordu ve çoğu eğitimliydi. Ağdam ateşliydi. Sanki çevre ilçelerin ağabeyi idi.

Khudu Mammadov, Adila Namazova, Rafik Aliyev, Arif Babayev, Ramiz Guliyev, Gadir Rustemov gibi bilim adamları ve sayısız sanatçıları ile ünlenmiştir. Ağdam'ı ve Ağdam halkını tanıdıkça işgalden daha çok acı çektim ve onsuz mutlu olamadım. Ağdam! Leylak renkli ve leylak kokulu şehrim!

       -Sevgili Aynur Cavit Hanım; Şehit mi? Yoksa esir mi olduğunu dahi bilmediğiniz, kardeşi, amcanız tarafından naşının olmadığı bir yerde, mezarı oluşturulan bir babanın kızı olmak, nasıl bir duygu?

-Babam tar (saz) sanatçısıydı. İlk savaş başladığı andan itibaren o ve arkadaşları ön saftaydı, bildiğim kadarıyla savaşta iken bir kez beyin sarsıntısı geçirdi. Ekim 1993'te son defa akrabalarla görüşmüş ve ayrılmış. O zaman 38 yaşındaydı. Ondan sonra, onu kimse görmemiş. Şehit düşmediyse rehin alındığını düşünüyoruz. Aslında ailemizin çoğu ondan umudunu kesti, hatta amcam, babamın resmini annesiyle babasının mezarları arasındaki boşluğa koydu. O boşluk, babamı bulacağım umudunun boşluğu, o boşluğa baktığımda mahvoluyorum. Belki de boş bir çaba ama ben yine de umudumu kesmedim, aha şurada yüreğimin başında bir umudum var ve belki de çıkıp gelecek bir yerlerde.

-Sevgili Aynur Cavit Hanım; Savaşın kazanıldığı sonucunu da düşünerek, bundan sonraki süreçte en büyük hayaliniz ve yapmak istediğiniz şeyler nelerdir? Son olarak ne söylemek istersiniz?

-Şimdi zaferi kazandık. Ağdam ve Karabağ'ın tamamı kurtarıldı. Bu, devletimin, Baş komutanımın, yüzlerce şehit ve askerin zaferidir. Karabağ'ı görmeyi, toprağına dokunmayı, havasını ciğerlerime çekmeyi özlüyorum... Doyana kadar yürümek istiyorum. Her köyde, her taşın içinde bir güzellik, bir tarih var. Şehitlerin kanıyla sulanmış toprağım, sana dönüyorum.

    -İnşallah, inşallah Aynur Hanım tüm kalbimle duanıza âmin diyor, bize bu yaşanmışlıklarınızı aktardığınız için çok teşekkür ediyorum. Rabbim sizi, çocuklarınızı korusun ve tez zamanda savaşın bütün kirli yüzünü unutturup, Ağdam'da üç renkli bayrağa bakarak, tekrar hayaller kurdursun, atalarınızla yaşayamadıklarınız, özlem duyduğunuz ne varsa çocuklarınız ile yaşamayı nasip etsin inşallah.

-Âmin inşallah Cahit Bey? Allah sizden, Türkiye'mizden binlerce kez razı olsun, varlığınızı yanımızda hissetmek öylesine güzel bir güven öylesine güzel bir his ki anlatamam. "Ne mutlu Türküm diyene" İyi ki varsın, iyi ki "Elbistan Gündem Haber" var. Hepinize minnettarım. Çok teşekkür ediyorum.

Cahit GÜNAY Şair-Yazar & Gönül Elçisi

 

 



Bu yazı 3703 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI