Bugun...


Cahit GÜNAY

facebook-paylas
KARABAĞLI KIZLARIN GÖZÜNDE KARABAĞ (Karabağ'ın Kızları 22)
Tarih: 26-05-2021 21:06:00 Güncelleme: 26-05-2021 21:06:00


“Uzun zamanlardan beri Türkistan Türklüğü ile Osmanlı Türklüğü arasındaki irtibat kopmuştur. Ben, Osmanlı ordularının Başkomutanı ve İslam Halifesinin damadı olarak oraya gelir ve Türkistan’ın bağımsızlığı uğruna ölürsem, bu köprüyü kurmuş oluruz” diye başladığı konuşmasını “Muvaffak olamazsak hiç olmazsa cesedimi buralarda bırakmakla Türklüğün istikbaline hizmet etmiş olurum.” sözleriyle bitiren Enver paşa, bütün hayatını adadığı Turan merkezli ümmeti uyandırma hayali belki de ona Sarıkamış'ta stratejik hatalar yapmasına sebep olmuş, belki de kafasında oluşturduğu plan çerçevesinde yardımlar zamanında gerçekleştirilebilmiş olsa idi, Bugün biz Turan imparatorluğunun göbeğinde dünyanın huzuruna katkı sağlamaya devam etmiş olacaktık.

Ne yazık ki savaş hep sonuç noktasında başlanarak yorumlanır ve savaşın kahramanları da genelde savaşı kazananlar olur.

İnsan söyle bir düşünse acaba 30 yaşlarında Osmanlı sarayının damadı, önünde parlak bir gelecek varken, kendini sonu belli olmayan Trablus çöllerine atabilecek kaç insan vardır, hatta bu ugurda ki mücadelesinin önüne geçmek isteyenlere karşı,

“Ben ve arkadaşlarım sizler gibi düşünmüyoruz bir vatan parçası, ona bağlı olanlar hayatta nefes aldıkça, elleri silah tuttukça ve atacak kurşun da varsa, utanç içinde terk edilemez. Biz Trablusgarp’ı Türk ordusunun şeref ve haysiyet sahibi mensupları olarak sonuna kadar savunacağız.

Sözleri aslında nedenli bir adanmışlığın ipuçlarını da ele veriyor. İşte Sarıkamış’ı anlamak galiba Şehit Enver paşayı iyi etüt etmekle başlayacaktır.

Evet, savaş kaybedilmiş her taraf yıllar sonra sarı sarı lalelerin yeşereceği, kardelenlerin, papatyaların büyüyeceği topraklarlar buram buram kan, gözyaşı ve ölüm kokan vicdanların dondurulduğu Sarıkamış'ın diğer yakasına Rusların eline düşen binlerce savunmasız korunaksız savaş esirleri ve Kafkaslarda yaşayan savaşa bulaşmamış masum halk içinde büyük trajedi, daha Rusya'ya Sevk edilmeleri sıralarında başlıyor, Birçoğu Ermeni olan Rus askerlerinin gözetiminde Tren vagonlarına üst üste istiflenerek aç susuz bir hâlde yola çıkarılıyor. İlk üç gün tren camları bile açılmamış vagonların kavurucu sıcaklığının içinde Tiflis istasyonuna gelinceye kadar Camdan dışarıya bakılmalarının bile imkânsız olduğu bir ortamda esirler ardı ardına bulaşıcı hastalığa yakalanıp hayatını kaybetmeye başlıyorlardı ve bazı doktorların insanlığımdan utandım dediği görüntülere şahitlik etmenin ne demek olduğunu galiba bugün yaşasalar da o doktorlara anlattırabilse idik.

Yine o dönemin Rus doktorlarının kayıtlarında bulaşıcı salgın haslık gerekçesi ile hayvan vagonlarının içinde kapıları açılmadan haftalarca ölüme terk edilmiş askerlerimizin trajik hikâyeleri anlatılmaktadır. Ve ölüleri ile yan yana yolculuk eden vagon hapishanesindeki askerlerimiz Azerbaycan topraklarının Gence istasyonuna geldiğinde, Genceli Türk gençleri vagonları tek tek gezerek şehitleri toplayıp İslam geleneklerine uygun bir şekilde Türk'ün toprağı ile buluşturdular. Sonrada bu yaşanılanlar kulaktan kulağa duyuldukça Rus hükümeti bundan rahatsız olmaya başladı, çünkü artık Azerbaycanlı Türkleri acıda birleştiren, bir birlik hareketi oluşmuş buda Ruslar için iyi şeyler doğurmayacaktı.

Bunu iyice anlayan Ruslar, esirleri toplumdan uzak olduğunu düşündükleri hayat yaşam standartları olmayan Nargin (Cehennem) adasına kapatmaya karar verdiler Ve esirlerin, taşları yastık yaptığı, sağı, solu açık barakalarda bulaşıcı hastalıkların yanında aç susuz bir şekilde, ayakkabıları alınmış, yırtık pırtık elbiseleri ile ölüme terk edilme anlamına gelen açık hapishane günleri başlamıştı... Her gün onlarca insan ölüyor, bazıları denize atılıyor bazılarıda bugün bile oralarda el yordamı ile yapılmış kazılarda çıkabilecek şekilde 50 şer kişilik kireç kuyularına gömülüyor ve üzerleri kapanıyordu.. Suyun kenarlarına bırakılmış cesetlerin kokusu artık yaşayanlar için bir zulm gibi olmuş, hasta olmalarına rağmen öldüresiye dövülüyorlardı, tabi bu sürece başta

Açıksöz gazetesi olmak üzere, bazı gazeteler ara ara parmak oynatıyor halk idareye karşı ayaklanma sürecine giriyor ama ellerinde gelen birşey olmayınca çaresizlik onlarında boyunlarını büküyordu...

Bir gün Bakü'lü gençleri denize ekmek atarken gören ihtiyarlar gençlere ne yaptıklarını sorduklarında Türk'ün vicdanı ile de yüzleşmiş olurlar.

-Gençler, kardeşlerimiz adada aç susuzlar ve bizlere bunu izliyor bir yardımda dahi bulunamıyoruz bari kardeşlerimize  biz buradan denize ekmek atarsak belki de attığımız ekmekleri deniz dalgaları alıp Cehennem adasında ki kardeşlerimize götürür ve onlar da yer dediklerinde bu sözleri duyan herkes gözyaşlarına engel olamıyorlar ve adada ki Türklere yardım etmek için kendi aralarında hızla örgütlenmeye başlayıp zengin fakir demeden her sınıftan Azerbaycanlılar seslerini artık yüksek sesle çıkarmaya başlıyorlardı... Ve Azerbaycan medyası birleşerek

1915 yılının Nevruz Bayramı olduğu günlerde halkın büyük desteği ile 7 Mayıs Kardeş Kömeği (yardımı) günü ilan edip.. Bütün gazeteler birleşerek hiç bir ücret talep etmeden o gün için kendi yayınlarından vaz geçerek gelirinin harp zede kardeşlerine bırakılmak üzere tek nüshalık "Kardeş Kömeği" adında bir gazete çıkarıyorlar...

Ve Rus yetkililer bu kamuoyu önünde fazla tutunamadığı için Azerbaycan halkının şiddetle istediği içlerinde Türkiye'nin ilk yerli uçağını yapan Vecihi Hürkuş'unda bulunduğu Türk ve Müslüman esirleri sahiplenme arzularına saygı duymak zorunda kalarak haftada birgün bile olsa onlara Bakü'de ki ailelerin yanında kalmalarına müsaade ediyorlar, hafta içi ise bazı günler içlerinde Ayşe Sonayeva hanımında olduğu birçok yardım kuruluşları adaya çıkarak onların sorunları ile ilgileniyordu....

Yine o dönemin ünlü gazetelerin de Ümmet gazetesinin başyazı Doktor Nerman Nermanov'un yazdığı "Gözyaşı döktüren cezire" adlı makale bütün dünyada yankı uyandırıyordu....

Yine zaman, bazı zengin Azerbaycanlı ailelerinde miraslarını Enver Paşa'nın emrine verilmek üzere bırakmak istediklerine de şahitlik ediyordu.

Yine başka bir süreçte, Mustafa Kemâl Paşa, 3 Mayıs 1920 günü Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya yazdığı bir mektupta, “Devlette hiç para kalmadı. Şu anda içeride para temin edebileceğimiz bir kaynak da yok. Başka kaynaklardan para temin edinceye kadar Azerbaycan Hükümeti’nden borç para alınmasını temin etmenizi rica ederim” diyordu.

Kâzım Karabekir Paşa, isteği Azerbaycan Hükümeti’ne iletti. Bu istek, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Halk Cumhuriyeti ile Ankara Hükûmeti arasındaki ilk resmî temastı. Azerbaycan’dan Türkiye’ye uzanan kardeş eli 1921 yılı içinde Nerimanov’un şahsî emriyle uzandı. Azerbaycan Dışişleri Bakanı Mirza Davut Hüseyinov, kazanılan Birinci-İkinci İnönü Savaşları münasebetiyle çektiği telgrafta “…Kazanılan bu büyük zaferlerden dolayı Türk halkını Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adına kutluyoruz” diyor ve bu büyük zaferlerin şerefine Azerbaycan halkının yardım için 30 sistern (sarnıç, tanker) petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern kerosin gönderdiğini bildiriyordu. Aynı yılın Mayıs ayında Azerbaycan devleti, TBMM hükümetine 62 sistern petrol gönderdi ve bundan sonra savaş bitinceye kadar aynı değerde petrol ve üç vagon dolusu kerosin göndermeyi taahhüt etti. Bu taahhüdün dışında 1922 yılında Batum yoluyla Azerbaycan dokuzbin tondan fazla kerosin ve 350 ton benzin gönderdi.

Mustafa Kemâl Paşa 1921 yılında Nerimanov’a bir mektup yazarak borç para talep etmişti. Bu mektubu 17 Mart 1921 günü büyükelçi Nerimanov’a ulaştırdı. Nerimanov, derhal 500 kg. altın gönderdi. Bunun 200 kg’ı devlet bütçesine, kalanı ise mühimmat ve silâh için kullanıldı. Daha sonra Nerimanov, Türkistan’dan Moskova’ya ulaşan 10 milyon altın rubleyi Ankara’ya gönderdi. Bu yardımlarla savaş içindeki ülkenin durumunda belirgin bir düzelme oldu. 23 Mart 1921’de Azerbaycan Hükûmeti talep etmediği halde Türkiye’ye Azerbaycan halkının hediyesi olarak 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern yağ gönderdi. Nerimanov, Mustafa Kemâl Paşa’nın mektubuna yazdığı cevabı mektubunda her gün kazanılan başarılarla Türk halkının emperyalizmden kurtulma günlerinin yaklaştığını, bu yüzden kahraman Türk halkını kutladığını belirtiyor ve sonra ilâve ediyordu:

 “Paşam, bizim Türk Milleti’nde kardeş kardeşe borç vermez. Kardeş, her zaman kardeşinin elinden tutar. Biz kardeşiz, her zaman elinizden tutacağız ve tutmaya devam edeceğiz.”

Gibi sözler ve yaşanılmışlıklar banada yıllardır kangren olmuş Karabağ sürecinde elimden ne gelebilir düşüncesi ile yaklaşık iki yıldır yazar olmamama rağmen "Gönül Köprüsü"adlı köşemde yazmaya çalıştığım yazılarımı lütfen en azından Bakü sahilinde denize ekmek bırakan gençlerin çaresizliği, gibi düşünerek değerlendirmenizi rica ediyor...

Ben Karabağa ses olmaya çalışırken onlarda bana göz olan...

Akademisyen, yazar, şair, Adile Nezer'e

Şair, yazar, manken, akrist, Aysel Nazım'a

Öğretmen, şair İltimas İsmail'e

Şair, yazar Aysel Aydın Alizade'ye

Şair, Sehit kardeşi Lale İsmail'e

Siyaset bilimci yazar, iş insanı, Ummuhanım Hüseyin'in ovaya

Şair, yazar, yorumcu, öğretmenim Müşfiqe Balattinkızı'na

Öğretmen, şair Aynur Cavid qızı'na

Öğretmen, Xanım Aliyeva'ya

Gazeteci, yazar, şair Aybeniz Qafarlı hanıma

Yazar, gazeteci, Parixanım Mikayilqızı'na

Şair, yazar Eluca Atalı hanıma

Gazeteci, yazar, savaş muhabiri, Antiqa Qonaq hanıma

Doktor ve şair, Refiqa Qasım qızı Abbasova'ya

Şair, gazeteci, Sahiba Raşid'e

Şair, yazar, avukat Könül Ordibadi'ye

Asker, Nezaket Memedova'ya

Asker, Ceyran Hanım Rehimova'ya

Şair, Yazar, Ceferova Qalibe hanıma

Şair, yazar ve gazeteci Aysel Xanlarqızı'na

Her ne kadarda aynı şartlarda olmasa da, dün sayfalarını Türkiye Türklerinin emrine sunan "Açık söz" ve "ümmet" gazeteleri gibi bugün de bana Azerbaycan'ın dertlerini yazmama müsaade eden "Elbistan Gündem Haber" gazetesi sahibi kıymetli ağabeyim Hasan Hüseyin Temel (Hasanaki) beye, yine her hafta Gündem Haber gazetesini kaynak göstererek Azerbaycan'da üç gün ara ile kayda giren Müstaqil Az Gazetesi imtiyaz Sahibi Faiq Balabeyli ve genel yayın yönetmeni Aysel Xanlarqizi Safarli hanıma Teşekkür ederim..

Yine Cehennem (Nargin) adası belgeselini çekerek bu yazımıza da ışık olan TRT belgesel kanalına şükranlarımı sunuyorum.

Cahit GÜNAY Şair-Yazar & Gönül Elçisi



Bu yazı 4315 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI