Bugun...


Cahit GÜNAY

facebook-paylas
KARABAĞLI KIZLARIN GÖZÜNDE KARABAĞ (Karabağ'ın Kızları 19)
Tarih: 06-04-2021 00:21:00 Güncelleme: 06-04-2021 00:21:00


 

KARABAĞLI KIZLARIN GÖZÜNDE KARABAĞ (Karabağ'ın Kızları 19)

Bu hafta ki, Elbistan Gündem Haber Gazetesinde ki Gönül Köprüsü konuğumuz; Ceyran Hanım Rehimova.

Ceyran Hanım,15 Temmuz 1970'de Azerbaycan'ın Haçmaz ilçesine bağlı tabiatın en güzel köşelerinden birine konuşlanmış Sabiroba köyünde fakir bir ailenin 6 çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. En büyük hayali hukuk okuyup dünyanın kendilerine sunduğu adaletsizliklerin karşısında dimdik durup hesap sormak olmasına rağmen, liseyi bitirdikten sonra gerek ailesel ekonomik şartlar, gerek savaş hali onun bu hayalinin üzerine karabasan gibi çökerek imkânsız hâle getirdi.

O’da ailesine yardımcı olmak adına bir yandan kendini geliştirmek için dikiş nakış ve terzilik kurslarına gidip eğitimler alırken, diğer taraftan da bir fabrikadan da işçi olarak çalışmaya devam ediyordu.. Ne yazık ki savaş artık bütün ihtişamı ile bölgede kendini gösteriyor, Türk yurtları perem perem dağıtılıyor, çoluk, çocuk, kadın, yaşlı, hasta denilmeden katliamlar yapılıyordu.

Ve bir sabah her taraf çığlıklarla inliyorken, 22 yaşlarında genç bir kadın olarak bu Hocalı trajedisine daha fazla dayanamayıp önce ailesinin karşısına çıkarak, asker olmak istediğinde, onun kan çanağı olmuş şişkin gözlerinde ki alevin daha da harlanmasını istemedikleri için sessiz kalsalar da asker olmasına müsaade etmeyeceklerdi.

Geçti ailesinin karşısına, 152 cm boyu ve 38 kiloluk hali ile:

-Ben bir Türküm ve bu yaşananları evimde oturarak izleyemem, kusura bakmayın. Sahi sen değil miydin Baba? ‘Arslanın dişi erkeği olmaz diyen.’

Babası:

-“Kızım ben senin cinsiyetin için değil, cüssen için uygun bulmuyorum. O dağlarda bu halinle nasıl savaşırsın” dedi ise de, Cereyan hanım kafasına koymuştu bir kere bunu yapacak dağlarda yurdu, milleti için bir bozkurt gibi savaşacaktı…

Önce askeri birliğe kayıt olmak için gittiği Karabağ'ın savaş birliklerinde ailesinin tepkilerine benzer tepkiler ile karşılaştı. Komutanlar; “Etme kızım! Evine dön. Bu zarif halinle nasıl savaşırsın?” Deseler de onun inatçı tavırları nihayet 14 Mart 1992'de “Şuşa'nın Kosalar köyüne sağlıkçı olarak götürebiliriz” sözleri ile karşılık buldu, Tabura sağlık personeli olarak götürüldü. Önceleri cephelerde bandaj, pansuman ve ambulansta refakatçilik işleri ile uğraşırken, yavaş yavaş kendini de komutanlarına kabul ettirip sevdirmeyi başarmış. Bu hâl ona silah ve savaş taktikleri öğrenmenin yolunu açmaya vesile oldu.

Ne yazık ki 8 Mayıs'ta Şuşa Ermeniler tarafından işgal edilince ortalıkta onlarca silah arkadaşı ve sivil halk yaralanmıştı. Onları gizli Shirlan yolu ve Kırkkız dağları üzerinden Laçin'e götürdüler. Orada Komutan Elbrus Orujov ile tanışıp bir grup savaşçı ile Kosa'ya döndüler ve köylülerin güvenliğini için onları da gizli yollarla Laçin'a teslim etmek zorunda kaldılar. Aksi takdirde ikinci Hocalı olayı Kosa'da da olabilirdi. Bunu başaran kadronun içinde bulunmak onu mutlu etse de, diğer taraftan da bir kadının naif yüreği halkının bu haline dayanamıyordu. Sonra Şuşa'nın işgali ile birlikte geçici olarak Bakü civarındaki askeri birlik olan Prikuşkul'e döndüler ve Lenkeran'a, oradan Ağdam cephesine gittiler. Ağdam’da silahlı mücadeleye katılmak onun için ayrı bir milattı, çünkü Abdal Gulabli'de onun ilk savaş harekatındaydı..

     Onunla konuşurken, her Karabağ sorumuz gözlerinde bir sürü yağmur damlalarını hissettiriyordu ve bize dönerek:

-“Cahit Bey ben size Karabağ hatıralarımı anlatmaya çalışsam ne sizin gazetenizin sayfası yeter, nede yüreğiniz dayanır.

Bakınız; Silah eksik,asker eksik halk yoksul bir yandan kıtlık diğer yandan artık umutsuzluğun tahrip ettiği yüreklerimiz yani savaşa hazır olmadan savaşın göbeğinde kalmış bir milletin çocukları olarak imtihanımız. Bir fazlamız vardı aslında onlardan yiğit ölüme koşan yiğit savaşçılarımız. Çoğu kucağımızda can verdi Cahit Bey.

Hiç unutmam Ailenin tek oğlu Seymur'un Sirkhavand uğruna yapılan savaşta şehit düşmesinden hepimiz hayal kırıklığına uğradık. Ertesi sabah Abdal Gulabli'da genç ve cesur komutanımız Alim şiddetli bir savaşta ağır yaralandı. Ona ilk yardım yapsam da maalesef kurtaramadım, gözümün önünde şehit oldu. Grubumuzda kafa karışıklığı yaşandı, komutanımız şehit düştü, Ne yapacağız? Bu kez Alim komutanı değiştirdim ve askerlere geçici de olsa geri çekilmelerini emrettim. Çünkü kuvvetlerin oranı eşit değildi. Düşmanın bariz bir avantajı vardı. Tekrar saldırmak için güçlenmemiz gerekiyordu. Bizde öyle yaptık. Yani kardeşlerimize, komuta kadememizde ki askerlerimize geri çekilme emrinin ağırlığı hâlâ içimi yakar. Ama ne yapalım şartlarımız bu idi.”

-Size Karabağ denildiğinde, Karabağ sözü ne ifade eder?

-“Karabağ, benim için memleketim Azerbaycan, işgal edilmiş toprak, vatanımın yaralı bir parçası, yeminimiz, namusumuz, vicdanımız, haysiyetimiz demekti. Fark etmez, Azerbaycan'ın herhangi bir yerinde düşman saldırısı olursa bizim için en hassas nokta orada olacaktır. Millet olarak hepimiz bunun için çabalayacağız. Karabağ'daki gibi.

Benim için Karabağ, ilk silaha sarıldığım ve vatanım için gayret gösterdiğim yerdi. Karabağ benim için bir cesaret ve kahramanlık alanıydı. Karabağ, Anavatan sevenleriyle aynı havayı soluyabileceğimiz ve aynı suyu içebileceğimiz kutsal bir yerdi. Karabağ bir erlik ve cesaret okuluydu. Karabağ, tüm Azerbaycan halkının kalbinin atıldığı bir ibadetgâhtır. Karabağ Azerbaycan'dır. Azerbaycan'ı her zaman özgür ve güçlü görmek istiyoruz.

Topraklarımızın küçük bir kısmı değil bir parçasının bile düşman ayaklarının altında olmasını istemiyorum. Topraklarımız canlansın. Dileğim, mültecilerimizin kısa bir süre sonra anavatanlarına kavuşmaları, Karabağ'daki eski barış ve müreffeh hayatlarını korkusuzca ve güvenliklerine tam bir güvenle devam edebilmeleri. Gelecek nesiller için acı verici ve sorunlu hiçbir şey kalmasın. Geleceğimiz Azerbaycan'ın cesur inşacıları olsunlar.”

-Karabağ ile ilgili unutmadığınız hatıralardan bize anlatmak ister misiniz?

-“O sırada Haçmaz bölgesinden 4 kız gönüllü olarak savaşa gitti. Bölgemizdeki pek çok kişi bizim cephede olduğumuzu biliyordu. Ayrıca bölge idaresi, kaymakamımız adından ailemize çok yardım gönderildi. Ailemiz fakir olmasına rağmen babam bu yardımı kabul etmemiş ve demiştir ki, -Benim kızım ön cephededir, bu yardımlar savaşan askerlere ulaştırılmalıdır: Kızımın ve silah arkadaşlarının daha fazla yardıma ihtiyacı var, yardımı bana değil, onlara götürün’ demiştir. 

Bundan sonra Haçmaz rayonu insanları savaştığım Kosalar köyüne askeri bir haberleşme makinesi ve paketlenmiş hijyenik poşetler, çeşitli tıbbi malzemeler, yiyecek, giyecek ve diğer günlük ihtiyaçları gönderdiler. Şuşa Ermeniler tarafından işgal edildiğinde hemin rabite makinesi de düşmanın eline düştü ne yazık ki. Buna çok üzüldük, çok. İndi de hatırladıkça o günleri içim yanar, gözüm kararır. Elimizden geleni yaptık. Bu Anavatan ve oğulları için canımızı ve kanımızı feda ettik. Hatta savaş bölgesinden izin alarak Bakü'ye geldim ve yaralı askerlerimize kan verdim. Doktorlar cansız bedenime bakarak kan almayı reddettiler. Ama ben ısrarla dediğimi doktorlara yaptırdım.

Böylece gerektiğinde savaşır, gerektiğinde yardıma koşurduk. Vatan için kanımızdan ve hayatımızdan geçmeye hazırdık, şimdi de öyleyiz. Bütün silah arkadaşlarım bana inandılar, düşündüler, savaştılar ve benim gibi davrandılar. Şehit olanların hatıraları benimle sonsuza dek yaşayacaktır, özlemle anıyorum onları...”

 -Karabağ’ın dününü yaşayan biri olarak bugününü nasıl görüyorsunuz?

-“Karabağ'ın geçmişinden bahsettiğimizde, perakende, karışıklık, kaos, iktidar boşluğu vesair eksiklikler ve sorunlarla karşılaştık. Düzenli bir ordumuz yoktu. Savaşın çoğu gönüllüler tarafından yapıldı. Sonra milli liderimiz Haydar Aliyev iktidara geldi ve halkı yumruk gibi birleştirdi. Doğru siyasetinin bir sonucu olarak devlet ve halk olarak çok şey başardık, siyasi halefi ve devlet geleneklerine layık olan İlham Aliyev, şanlı ordumuzla birlikte Karabağ'da bugünkü zaferin sevincini bizlere yaşattı. Düşmanlarımızı yendik ve kadim topraklarımızı geri aldık. Halkımız utançtan ve alnında taşıdığı kara lekeden kurtuldu. Cesur, doğru bir politika izleyen, halkını seven ve geleneklerine saygı duyan bir devlet başkanı ile zafer elde etmenin mümkün olduğu anlamına gelir. Ben böyle anlıyorum.

Düne kadar yani 3-4 ay öncesine kadar, düşmanın ayakları altında inleyen zapt edilemez bir kale olan Karabağ, yenilmez ordumuzun cesareti ve kahramanlığı sayesinde kurtarılmış ve özgürlüğüne kavuşmuştur. Bunlar Karabağ’ımızın günleriydi. Şimdi bir şey söylemek istemiyorum çünkü henüz durum karışık ve aydınlanmaya ihtiyacımız var. Bizim tam Zafere ihtiyacımız var...

-Karabağ’da yaşadığın en hoş gün ve en korkulu an?

-Karabağ'da yaşadığım en güzel gün, bir aylık askeri eğitimin ardından silaha sarılıp savaşa katıldığım gündü. En çok korktuğum gün ise Şuşanın Ermeniler tarafından işgal olunduğu haberini duyduğum an. Bunu harp savaşında mağlubiyetimizin başlangıcı kimi gördüm. Maalesef öyle de oldu.”

-Karabağ’da kaç yıl savaştınız?

-“İki yıl. 1992'den 1994'e.”

-Vatanı için ölümlerle karşı karşıya gelen biri olarak bu bir kadın için zor değil mi idi?

 -“Vatan kızı ve erkeği arasında hiçbir fark görmüyorum. Atalarımız, Aslanın erkeği, dişisi olmaz derlerdi. Memleketin her çocuğu, ister erkek ister kadın olsun, memleketini sevmeli, devletine, insanlarına saygı göstermeli ve gerekirse hayatını kendisi için feda etmelidir. Vatan, onu seven cesur çocukları varsa, o vatan asla bölünmeyecek, ezilmeyecektir. Önemli olan cesur bir kalp, saf kan, genetik özellikler, ulusal geleneklerimize bağlılıktı. Bir milletin çocuğu böylesine üstün niteliklere sahipse, o millet asla yenilenemez.”

- Elinde sihirli bir değnek olsaydı ne isterdin? Neyi değiştirmek istersin?

-“Çok içten diyorum. Böyle bir fırsatım olsaydı kimsenin yoksulluk içinde yaşamasına izin vermezdim. Allah Karabağ gazilerimizi ve şehit ailelerini korusun. Onlara ihtiyaç duydukça yardım eder, hayatlarını hem maddi, hem de manevi olarak daha iyi hale getiririm. Gerçekleştirmek istediğim en büyük rüya bu.

-Savaş sonrası durumunuz hakkında ne söyleyebilirsiniz?

-“Savaş sonrası durumuma gelince, 24 yıldır evli olduğumu söylemek istiyorum. Benim çocuğum yok, ama mutluyuz. Basit bir yaşam tarzı sürüyoruz. Beni anlayan ve her zaman yanımda olan bir eşim var. Doğru, birçok zorluklar yaşadım. Ama kötü bir gün görmeyenlerin güzel bir günü takdir etmeleri söylemez.”

 

-Şu anda ne işle meşgulsünüz?

-“Savaşta ateşkes ilan edildikten sonra aileme ve akrabalarıma döndüm, çalışmıyorum. Ben bir ev kadınıyım. Ev işleriyle uğraşıyorum. Kırsal yaşamı, doğanın koynunda olmayı seviyorum.”

-Kıymetli Ceyran Hanım bize vakit ayırıp bizimle geçmiş günlerinizi yâd ettiğiniz için onur verip mutlu ettiniz çok teşekkür ediyorum.

-“Sevgili kardeşimiz sizleri yıllardır tanır gıyabınızda severdim, tanışmak bu güne nasipmiş. Böylesine sıcak bir sohbete ev sahipliği yaptığınız için inanın çok mutlu oldum. Başta siz olmak üzere tüm "Elbistan Gündem Haber Gazetesi emekçilerine şükranlarımı sunuyor, başarılarınızın devamını diliyorum.”

Cahit GÜNAY Şair-Yazar & Gönül Elçisi



Bu yazı 4915 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI