Bugun...


Cahit GÜNAY

facebook-paylas
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI ŞİİR & MÜZİK FESTİVALİNDEN (Kendime Notlar 25)
Tarih: 12-05-2020 23:12:00 Güncelleme: 12-05-2020 23:12:00


Bu güzel manzaraya ezan da şahitlik ediyorken, onlarca insanın birden sessizliğe bürünmüş olmaları, sahnedeki sanatçıların mikrofonlarını kapatarak ezanın bitmesini beklemeye başlamaları, bir kez daha gösterdi ki farklı din, mezhep ve inançları yaşam merkezlerine yerleştirmiş dostlarımızın, bir birlerinin inançlarına bu denli saygı duyuyor olmaları, bana bir kez daha Türklerin tarihleri boyunca insanların, farklı bile olsa inançsal yaşam şekillerine olan saygılarının gen kodlarına şahitlik ettiriyor.

Yıllar önce Türk yurdu dergisinde okuduğum Hüsnü Ezber Bodur hocanın; “Türkler kültürlerinin temel karakteristiklerinden birini oluşturan hoşgörüyü, merkezi bir değer atfetmişlerdir. Farklı kültür ve inanç mensuplarıyla birlikte hatta aynı yönetimi altında uyum ve işbirliği ile hayatlarını hoşgörü anlayışı çerçevesi içerisinde sürmüşlerdir. Her şeyden evvel çeşitli inanç, kültür ve yaşam biçimlerine saygılı olma anlamındaki hoşgörü anlayışı, toplumsal istikrar ve dayanışmaya katkı sağlayarak sistemsel bir bütün olan toplumun, varlığını sürdürmesinde önemli bir işlevi de yerine getirmiştir.

  Batı’da tolerans anlayışı diğerine tahammül etme anlamında “faydacı” vurgusuyla ve pragmatist eğilimiyle öne çıkmaktadır. Oysa hoşgörünün Türk kültüründeki gelişim seyri yakından incelendiğinde bu kavramın değer ve moral inanç yönüyle ve manevi ruhsal boyutuyla, kendine özgülüğü açıkça görülür. Türkler arasında yaygın olan hoşgörü değeri sonuçlarından bağımsız olarak dini ahlaki bir görev olarak benimsenir. Öte yandan Batı toplumunda daha ziyade sonuçlu etik teorinin izleri görüldüğünden bireyin tüm ahlaki eylemlerinde olumu beklentilerin gerçekleştirilmesi arzu edilir.

  Türk insanı bireysel aktör olarak dini metinleri bağlamları içerisinde ve kendi kültürel yapılarının etkisi altında yorumlayarak yeni bir hoşgörü anlayışını oluşturmuştur. Hoşgörü değeri neden tutumda dini anlaşılmasına ve kültürel faaliyetlere kadar toplum hayatı için son derece önemli olmaktadır. Hoşgörünün zıttı olan fanatiklik ise hayatın tüm katmanlarında durgunluk, dar görüşlülük ve entelektüel gerilik anlamına gelmektedir.

   Türk tarihine hoşgörü perspektifinde baktığımızda Türklerin gerek İslam öncesi dönemde gerek İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra gittikleri yerlerde diğer inanç mensuplarına ve kültürel topluluklara karşı son derece toleranslı olduklarını görürüz. Türkler arasında her varlığın bir ruha sahip olduğu şeklinde bir inanış ve kanaat vardır.  Bu inanış şekline göre tabiattaki hiçbir obje ve varlığa zarar verilmemesi istenir.  İşte bu anlayış çerçevesinde büyük Türk mütefekkiri Mevlana, “incinsen de incitme” diyerek toleranslı davranış biçiminin ne olduğunu veciz bir şekilde ifade etmiştir.

  Orta Asya Türk toplulukları arasında İslamiyet hoşgörüye dayalı İslami yorum ve anlayışının temsilcileri vasıtasıyla geniş bir yaygınlığa kavuşmuştur. Bu dini anlayış ve geleneğin İslam öncesi mahalli örf, adetleri, yaşama biçimi ve uygulamalarına karşı hayli toleranslı oluşu, kadın haklarına önem vermesi, farklı düşünce ve inançlara karşı hoşgörülü tutum ve davranışı benimsemesi, Türkler için cazip olmuştur. Bu dinamik anlayış İslam’ın Türkler arasındaki kabulünü kolaylaştırmıştır.

Jean-Jacques Rousseau, Emile isimli çalışmasında Türklerin, oluşturdukları çeşitli yardım kuruluşları vasıtasıyla fakirliği önlediklerini ve kendi dinlerinden farklı inanç grubuna mensup olanlara bile kapılarını açmak suretiyle ne kadar hoşgörülü bir tavır söylediklerini belirtmektedir. Öte yanda İpek yolu boyunca gerçekleştirilen kervan ticareti çeşitli dinî-kültürel gelenekleri ile daha şehir merkezi İslam anlayışının gelişmesine yol açmıştır.

  Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde Türkler, yönetimleri altında yaşayan Müslüman olmayan azınlıkların, içişlerine müdahale etmemiş ve hoşgörüye dayalı prensip ve uygulamalarla bunların dini otonomluklarına saygı göstermiştir. Selçuklu dönemindeki somut örnekler arasında sultanların, gayrimüslim kadınlarla evlenmeleri halinde hanımlarının dini inanç ve patiklerini yaşamaları için her türlü imkânları sağladıkları bilinmektedir. Selçuklu sultanı Melik Şah’ın hoşgörülü yönetimi ile ilgili olarak Ermeni tarihçisi Meteos sultanın yüreğinin Hristiyanlara karşı iyiliklerle dolu olduğunu, vurgulayarak dini azınlıklara, sultanın çok iyi muamele ettiğini belgelemektedir.

  İslam gelenekle Pekşen böyle bir hoşgörü anlayışının Osmanlı dönemine aktarıldığı bilinmektedir Şeyh Edebali Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’ye hoşgörü değerine sıkı bir şekilde bağlanmasını öğütlemiştir. Fatih Sultan Mehmet bürokrasinin önemli noktalarında Yahudi, Hristiyan, Ermeni gibi farklı inanç ve kökene sahip olanları istihdam etme de bir beis görmemiştir. Böylece devleti hoşgörü anlayışı çerçevesinde idare etmiştir.

  Kendilerine yapılan dini baskı ve engizisyondan kurtulmak isteyen İspanya Yahudileri, 1492'de Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır. Daha 1657 yılında İsveç Kralı 10. Karl Gustav Rusya'ya karşı Osmanlı'nın yardımını talep etmiş 1709 Rusya karşısından yenilen kral 12. Karl, Osmanlı Devleti'nin himayesi altına sığınmış ve 5 yılını İstanbul'da huzur içerisinde geçirmiştir. Bu süre zarfında kralın ikametgâhına Bir kilise inşa edilerek dini vecibeleri rahat bir şekilde yerine getirilmesi sağlanmıştır. Ancak Osmanlı'nın adı geçen krala 18 yılda gösterdiği bu hoşgörü bugün İsveçliler Türklere karşı gösterememişlerdir.

  Kültürümüzün hoşgörü anlayışının bir başka belgesi olarak Tekke köyündeki Aziz Mamazın türbesinin hem Hristiyanlar hem Müslümanlar tarafından kutsal sayılıp, tamamen Türk ve Müslüman köy halkının bu türbeyi ziyaret etmesi gösterilebilir. Ortak mekânların Müslümanlar ve Yahudiler tarafından kullanılmasına, bir başka örnek de Gaziantep ve Kahramanmaraş’taki bazı hamamlarda, her iki kesimin kendi dini inançlarına göre yıkanma adap ve erkânını yerine getirmelerini uygun yerlerin inşa edilmesidir.

  Türk toplumu, Cumhuriyet döneminde, devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayıran laiklik ilkesini benimsemiştir. Şüphesiz bu süreçte yani demokrasi ve sekülerizme giden yolda hoşgörü değerinin payı olsa gerektir."

Yazısında ki bu bölümleri hatırlatıyordu.

    Ezanın bitişinden hemen sonra biz. Antiqa Qonaq hanımla sohbetimize kaldığımız yerden devam ediyor bir gözümüzle de, sahnede devleşen Mehti'yi izliyorduk. Tabi ara ara Mehti'nin sahnesini paylaşan diğer değerli sanatçı dostlarımızın varlığı da damaklarımıza farklı lezzetler konduruyordu

İşte bu güzel seslerden biriside, üç gün boyunca, bölgesine ait yöresel Kırgız giysileri ile Adana sokaklarında gören herkesin gönlüne taht kuran; Kırgızların ünlü tiyatrocu, güldürü ustası Kümöndör Abılov'un kardeşi,

Muratbek Rıskulov adına yapılmış Narın Tiyatrosunda Komuz(kopuz) sanatçısı Mukul Abılov'un, Narın nüfusuna kayıtlı kızı,

Kırgızistan Cumhuriyeti'nin kültür, bilgi ve turizm bakanlığı onur ödüllü şair ve şarkıcısı, Marsğül Abılova Hanım,  Seyhan ve Yüreğir belediyelerinin kültür salonlarında ki müthiş performanslarından sonra, Kırgız ezgileri ile Karaisalı belediyesine ait Karapınar parkının tozunu alıyor, kulaklar, gözler, gönüller tabiri caizse bayram ediyordu.

Mehti sahneden, biraz da terlemiş olarak ayrılıp, yanımıza doğru yaklaştı. Aşırı ilgi onu bayağı havaya sokmuş, mutluluğunu her haliyle belli ediyordu, yüzünde güller açmaya başlayan, Antiqa Qonaq hanım onun yüzündeki terini de silerek; "Mehti nasılsın?" dedi, Mehti bu soruya hafif bir tebessüm kondurmayı tercih etmişti. Konuşamıyordu bile, sessizce oturdu yanımıza.

Antiqa Qonaq Hanım Mehti'ye tekrar dönerek belli ki cevabını önceden bildiği başka bir soru olan ne olmak istersini sordu, Mehti'nin dili birden açılı verdi gür bir sesle  "Türkiye'ye gelecek, Türk eskeri olacağım, burda düşmanlarımızla savaşacağım dedi." İçime sokmak istiyor, sarılmamak için kendimi zor tutuyordum. Mehti'yi tutana aşk olsun:

"Abi dedi, bilir misin? Ben ezan okumasını çok severim? Okuyayım mı?" "Oku" dedim, hızını kesmek olur mu? Biraz yan tarafa geçtik, attı elini kulağına okumaya başladı...

Ben böylesine güzel ezan okunuşuna şimdiye kadar ender rastladığımı söylesem yeridir. Tevekkeli bu çocuğun yarışmalarda ki kıraat şampiyonluklarının tesadüf olmadığını da ispatlar gibiydi ..

Cahit GÜNAY Şair-Yazar & Gönül Elçisi



Bu yazı 4040 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI