Bugun...


Cahit GÜNAY

facebook-paylas
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI ŞİİR MÜZİK FESTİVALİNDEN (Kendime Notlar 34)
Tarih: 29-09-2020 22:11:00 Güncelleme: 29-09-2020 22:11:00


Bir sürü karma, karmaşık duygular ile bizleri baş başa bırakarak gelmiş oldukları otobüslerine binen misafirlerimiz, nerden, neden aklıma düştüğünü bile anlamadığım, zihnimin dileme pelensek ettiği,

"Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;

Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;

Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?.."..

   Sahi tekrar ne zaman dönerler, tekrar görüşür müydük ki? Sorularımın da cevap bulamadığı bir sürü soru bırakarak uğurluyorduk dostlarımızı. Otobüse binen herkes duygu yoğunluğu ile koltuğuna geçiyor, göz göze gelenlerde bir birlerine el sallıyorlardı.

"Haydi, Abbas, vakit tamam;

Akşam diyordun işte oldu akşam.."

"odalarınızda bir şeylerinizi bırakmayın, son kontrollerinizi iyi yapın" deyip bir birlerini uyarıyorlar iken, bilmiyorlardı ki arkalarında gönülleri buruk bizleri bırakıyorlardı.

Her şey tamamdı, şoför Marşa basmış araba çalışıyordu...

   Bugünlerde Azerbaycan’da evinin hemen yan tarafında küçük bir giyim mağazası açarak, duvarlarını da Türkiye ve Azerbaycan bayrakları ile donatmış, Emekli sağlık memuru, emekli olmadan önce Azerbaycan’da yaşanan birçok mezalime sağlıkçı olarak şahitlik edip, bazı vakalara da mum ışığında müdahale etmek zorunda kalan edebiyat aşığı, Gulnar Ahmedova Cafer kızı, otobüsten inerek festival boyunca elinde gururla taşıdığı ve bugün kızımın masasını süsleyen üç renkli bayrağımızı gözyaşları arasında bana hediye edip tekrar otobüse binerek koltuğuna oturuverdi.

-Bu bayrak verme işi neden hep böyle ağlayarak olur ki,

-Geçen yılda öyle olmuştu,

Elmira Aslanxanlı Turan (Turan ana)

Azerbaycan da yaşadıklarını, eşinin rahmetli oluşunu, çocuklarının savaşta yaralanmalarını anlatırken, anlaya biliyor musun? Menim güzel balam, yiğit balam demesi, hiç kulaklarımdan gitmiyorken, Bu bayrak hediyesi onunla yaşadıklarımı da hatırlatıverdi..

Turan anaya:

Seni nasıl anlamam, biz savaşı türküleştirip, ölümleri öldüren bir milletiz ki, ben silahın soğuk yüzü ile onsekiz yaşlarımda tanıştım.

Bak menim anam, bizim yaşadığımız şehir,

1919’lu yıllarda düşman işgaline maruz kalmış, halk perme perişan iken. Fransız Generalin işgali kutlamak için, bir gece kentimizde Ermeniler ‘in de davet edildiği baloda, konuklar arasında bulunan güzel bir Ermeni kızına, dans etme daveti...

Ermeni kızın, “Kaledeki Türk Bayrağı inmeden kendisi ile dans edemeyeceğini bildirmesi üzerine  Generalin askerlerine: “Kaledeki o bez parçasını indirin” diye alçakça bir emiri ile kalede ki şanlı bayrağımızın indirilmiş olması, Ertesi gün kaledeki Türk Bayrağı’nın yerinde Fransız bayrağının asıldığını gören üzgün halk cuma ezanının da okunması ile birlikte,

Sinirler gergin, morallerin bozuk olduğu bir zaman diliminde Ulu camide toparlanır. Caminin İmamı Rıdvan Hoca, Hutbe için çıktığı minberde, cemaatin şaşkın bakışları arasında göğsünden bir Türk Bayrağı çıkararak öpüp alnına koyup, “Ey Cemaat, ben buraya, Cuma Hutbesi için çıkmadım, biliniz ki, Cuma namazı hür insanlar için farzdır. Kalesinde kendi bayrağı dalgalanmayan bir memlekette Cuma Namazı kılınmaz. Önce bayrağımızı yeniden dalgalandıralım sonra namazımızı kılarız”

Ve tarihe altın harflerle geçen "MARAŞ BİZE MEZAR OLMADAN DÜŞMANA GÜLİZAR OLMAZ. KALESİNDE TÜRK BAYRAĞI DALGALANMAYAN ÜLKE DE CUMA NAMAZI KILINMAZ” sözlerinden sonra,

Bir anda camide tekbir sesleri yükselir. Halk bu duygu ve cesaretle kaleye hücum eder. Fransız askerleri korkudan ne yapacağını şaşırır ve bayrağımız tekbir sesleriyle yeniden göndere çekilir. Halk o gün, o Cuma Namazını kalenin burcunda kılar.

Tamamen gerçek ve tarihimizde benzeri olmayan bu olay sayesinde halkın milli bilinci uyanmış “Silah gücüyle inen bayrağımız, iman gücüyle yeniden dalgalandırılmıştır.”

İşte, ben, o gün, cuma namazını kalenin burçlarında kılmış bir kentin evladı,

     Yemen cephesinden, Sarıkamış cephesine sevk edilirken üzerinde kışlık elbisesi bile olmayan,

Savaş bittikten sonra, köyüne, anne ve babasının yanına dönmek için çıktığı yolda vereme yakalanarak, ebediyete intikal eden ve mekânını değiştirmeden önce;

 

"Garibim namıma Kerem diyorlar

Aslımı el almış harem diyorlar

Hastayım derdime verem diyorlar

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben…

 

On yıl var ayrıyım kına dağından

Baba ocağından yar kucağından

Bir çiçek dermeden sevgi bağından

Huduttan hududa atılmışım ben…

 

Gönlümü çekse de yârin hayâli

Aşmaya kudretim yetmez cibâli

Yolcuyum bir kuru yaprak misâli

Rüzgârın önüne katılmışım ben… "

 

Sözlerini, kaldığı bir hanım duvarına yazıp,  Faruk Nafiz Çamlıbel'in ünlü han duvarları şiirine emanet ederek ebediyete intikal etmiş

 Asker, Şeyhoğlu Satılmış'ın hemşehrisiyim

Seni, senin duygularını yaşadıklarını ben nasıl anlamam.

Bak menim anam!

 

Bilge Kağan, kardeşi Kül Tigin'in vefatı üzerine yaptırdığı anıta, “Zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu ölmek için yaratılmıştır” ifadesini yazdırtmıştı... Emr-i hak vaki olduğunda hepimizin yaşayacağı mukadderat budur, ne olur canını sıkma bak ne güzel onlar vatanı milleti için çalışıp şehadete erdiler, bizlere o makam nasip olur mu ki, ... Dedikten hemen sonra çantasından çıkardığı bayrağı beni öperek bundan sonra sen benim oğlumsun deyip hediye etmesi hiç aklımda çıkmıyordu...

Belki de bu anımsadığım hatırayı da bahane ederek, gözlerimin ruhuma abdest aldırmasına engel olmuyordum...

(Devam edecek)

Cahit GÜNAY Şair-Yazar & Gönül Elçisi



Bu yazı 2939 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI