Bugun...


Cahit GÜNAY

facebook-paylas
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI ŞİİR MÜZİK FESTİVALİNDEN (Kendime Notlar 24)
Tarih: 04-05-2020 00:14:00 Güncelleme: 04-05-2020 00:14:00


Antiqa Qonaq Hanımın, moraran dudaklarındaki konuşmaları boğazına düğümlenirken, galiba boğazın kırk boğum olduğuna da şahitlik ediyordum.

"Bu çocuk" derken ki yüz ifadesinin nasıl da acılar içinde renk değiştiğini görmekte ayrı bir his...

"Cahit Bey! Mehti Hasanov Azerbaycan'a bağlı Ucar ilininin Bargüşad köyünde 2009 yılında doğup, geçim sıkıntıları nedeni ile de çok küçük yaşlarda ailesinin aldığı kararla Rusya'nın Astrahan şehrine taşınmak zorunda kalmışlar. Orada ise hayatları; kardeşi Aynur, kendisi, anne ve babası ile birlikte iki odalı küçük bir evde yaşayarak ve çiftçilik yaparak  geçimlerini sağlamışlar." diye anlatıyordu..

Bu arada Mehti'nin okula kaydı yapılmış. Rusça'yı hemen kavrayıp diğer derslerinde de başarılı olması, ufak tefek yaramazlıklarını da söylediği güzel şarkıların gölgesinde bırakarak, çok kısa sürede öğretmen ve arkadaşlarının gözdesi olmayı başarmış...

Tam da her şeyin iyi gitmeye başladığı ortamda akşam evde izlediği bir TV programında Azerbaycan Türklerinin Ermenilere yaptığı zulüm ve katliamlar diye  başlayan sunum hayatının dönüm noktası olmuş...

 Mehti babası Mayis Bey'in karşısına geçerek: "Neden bunu yaptınız? Onlar insan değil mi? İnsan insana bunu yapar mı? Sen kaç kişi öldürdün? Kaç ölüme şahitlik yaptın?" diye sorgulamaya başlamış.

O güne kadar evde bu tür şeyleri konuşmamayı prensip edinmiş babası, Mehti'yi karşısına alarak Azerbaycan’da yaşanılanları bir bir anlatmış, belki de bu anlatılanlar, bu yaştaki bir çocuğun taşımasının çok ağır olduğu bir yüktür ve belli ki Mehti'nin omuzlarına çok ağır geldiğinden, yaşından beklenilmeyen, boynundan büyük İşler yapmaya başlar.

İlk olarak internetten öğrendiklerini babasının anlattıkları ile birleştirerek  "Karabağ işgalini", "Hocalı katliamını" okuldaki farklı milletlerden olan çocuklara anlatır, hatta kendince yapmış olduğu pankartların fotokopilerini çoğaltarak halka dağıtmaya, bazılarını da Astrahan şehrinde ki evlerin duvarlarına;

"Karabağ benim vatanım!", "Hocalı Soykırımı", "Sarkisyan Teröristtir" gibi fotokopileri yapıştırır. Bu faaliyetlerini de arkadaşları ile birlikte çektiği kısa videolar ile sosyal medyada paylaşmaya başlar. İşte tamda bu videoların yaygınlaşmasında sonra...

Önce bir yıldırma kampanyası çerçevesinde babasına iftiralar atılıp evlerinin yağmalanacağı, yakılacağı tehditleri ile karşı karşıya kalırlar.  Bunun akabinde de kanunlara uyulmadığı gerekçesi ile babası tutuklanır.

Ama Mehti yine boş durmaz. Bu defa da Azerbaycan diplomasisini harekete geçirmek için sosyal medya ve tanıdığı gazetecileri kullanarak babasına özgürlük istemeye başlamasından tam otuz üç gün sonra Azerbaycanlı gazeteci Fuad Abbasovun'da yardımları ile sağ salim olarak ailesi ile birlikte Azerbaycan’a getirilir.

Mehti şu anda bir tarafta Bakü'nün Hırdalan ilçesinde küçük bir evde ailesi ile birlikte sefalet içerisinde yaşamını sürdürürken, diğer taraftan da müzik çalışmalarına hiç ara vermeden devam eder. Azerbaycan’ın değerli ustalarından Babek Niftaliyev ve Kasım Aliyevin'den halk müziği makam dersleri alıp, çeşitli TV programlarının düzenlediği yarışmalara katılarak dereceler alır. Bunlarla birlikte şehit ailelerine destek programlarına katılır. Savaş gazilerini ziyaret eder.

 Askeri birliklere gidip askerlerimize destek, moral için vatan şarkıları söyler.

Hatta birçok ülkede TV programlarına çıkma daveti alır.

 Ailesi yaşının küçük olması nedeni ile izin vermek istemez. "Türkiye'ye de bizleri kırmayarak bizim refakatçi ligimiz de izin verdikleri içinde ailesine teşekkürü bir borç biliyorum" derken. Mehti bir anne Ceylan’ın yavrusuna baktığı gibi kendine bakan buğulu bir çift göz nezaretinde, üstünde her zaman görmeye alışık olduğumuz askeri kıyafeti, bir elinde mikrofon diğer elinde Azerbaycan ve Türkiye bayrakları eşliğinde Ufak tefek ama kendinden emin bir Kahraman gibi; 1914 yılında Gence'de, Enver Paşa'nın kardeşi, Nuri paşa için yazılmış ve aynı zamanda fikir adamı Üzeyir Hacıbeyli tarafından 1918 yılında bestelenen, yazarı Ahmet Cevad'ın 1937 yılında Stalin tarafından “Türk casusluğu ve Türklere yardım etme” suçları gerekçesi ile kurşuna dizilerek idam edilmiş olan milli şairin parçasını, Nuri Paşa'nın topraklarında;

"Çırpınırdı Qara dəniz

Baxıb Türkün bayrağına!

“Ah!…” deyərdim,heç ölməzdim

Düşə bilsəm ayağına.

Ayrı düşmüş dost elindən,

İllər var ki,çarpar sinən!..

Vəfalıdır gəldi, gedən,

Yol vər Türkün bayrağına!

İncilər tök,gəl yoluna,

Sırmalar səp sağ,soluna!

Fırtınalar dursun yana,

Salam Türkün bayrağına!

“Həmidiyyə” o Türk qanı!

Həç birinin bitməz şanı!

“Kazbek” olsun ilk qurbanı!

Heyran Türkün bayrağına!

Dost elindən əsən yellər,

Bana şer,salam söylər.

Olsun bizim bütün ellər

Qurban Türkün bayrağına!

Yol ver Türkün bayrağına!!!"

 

Gür bir ses ile haykırarak

Ahmet Cevad ruhuna ulaştırmaya çalıştıgına da şahitlik ederken,

Bir an için Antiqa Qonaq hanımla göz göze geldik.

İçimden, suratına

A be kadın!

A be kadın! Sen bu kadar gözyaşını nereden bulursun diyesim geldi

Yutkundum...

Ve ben bu parçayı her duyduğumda ruhumun dinlendiğini, dinginleştiğini, sanki iman tazeledigimi hissederim

Ama şunu da itiraf etmeliyim ki bu parça bir bekleyişin, bir özlemin, bir adanmışlığın nişanesi olarak her bölgede söylense de en güzelini Azerbaycanlı kardeşlerim söylüyor. Tevekkeli geçen yıl bu programı takip eden, Çukurova sıcaklarını yüreklerinde mutasyona uğratan arkadaşlar bilir ki, dışı dünyaya entegre, içi kendine ayarlı, bütün gözlere aynı anda, aynı mesafe ile bakmayı beceren ve gözlerinin değdiği her gözü eşit oranda yakan, bir çift göz ve müthiş bir sesle "Çırpınırdı Karadeniz" eşliğinde tanıştı. Sonra ikinci, üçüncü parçalarla dolan göz pınarlarındaki yağmurun, yoğun istekler eşliğinde "Çırpınırdı Karadeniz" nidaları ile tekrar Karadeniz'e karıştırır gibi ruhlarımızın da en tesirli bombalar altında parçalanarak Üzeyir Hacıbeyli ve Ahmet Cevad'ın ruhları ile birlikte Karadeniz'e karıştıklarını unutmaları mümkün değildi...

O günü yaşatan, Azerbaycan’ın yiğit kadını Aybeniz Garagile Gafarli hanımın özel misafiri olarak programa davet edilen, altı yaşında iken bir trafik kazası nedeni ile gözlerini kaybetmiş Suma Tapdıqova'da bugün ki Mehti gibi ayırmıştı ruhlarımızıda, bedenlerimizden. Belli ki de birşeyler söyleyecekti Antiqa Qonaq Hanım oysa ben çoktan kopmuştum bile mevcut ortamdan, dudaklarımda bir sürü cam kırıkları ile birleşmiş keşkelerim. İçerimde ki çığlıklarımı kendimle yüzleştiriyor, belki de bu kadar güzel bir ortama şükür etmekten ziyade haşa isyan mı ediyordum ne...

Görmüyor muydum ki denizin içerisinde doğmuş bir balığın içtiği su ne kadardır, belki de onurlu kısa bir zamandı hayattaki imtihanımız..

Belki de bu acılarımızdı bizleri bir araya getiren, belki de bunlardı bir toprak parçasından vatan yapan değerler, hangi sorunun cevabıdır bilmem ama kıymetli kardeşim İsa Altun'un sözleri zihnimde dolaşıp duruyordu;

"1trilyon'luk saatle, yüz liralık saat aynı zamanı gösterir. İçinde huzur, mutluluk yoksa milyonluk malikâne ile kulübe arasında fark yoktur. İkinci el otomobil de son model lüks bir araç da sizi aynı yere götürür. Zenginlik ne kadar çok şeyin olduğu değil, ne kadar az şeye ihtiyaç duyulduğu ile ilgilidir. Para ilaç alabilir ama sağlık satın alamaz. Para ev alabilir ama yuva alamaz.  Para lüks bir yatak alabilir ama uyku alamaz. O halde haram yemeye, bir insanın kul hakkına girmeye değer mi? Ölünce toprakta herkes için açılan çukur aynıdır. Hayatta en iyi, en pahalı, en güzel şeyler parayla satın alınmayanlardır. Vicdan gibi, şefkat, merhamet ve sevgi gibi. Mevlana dönemindeki kralı, padişahı, veziri, toprak ağalarını kimse hatırlamaz ama Mevlana'yı herkes hatırlar, çünkü gönüller yapmak en büyük zenginliktir." Şükür, binlerce şükür döküldükten sonra dudaklarımda.

Özür dilerim Antiqa Qonaq Hanım, galiba bir şeyler söyleyecektiniz. Buradan biraz uzaklaşmıştım da 

"Yo önemli bir şey değil" sahneyi gösterecektim dediğinde fark ettim sahne muhteşemdi, ellerde kırmızı, beyaz, yeşil, sarı, yeşil, mavi gibi farklı renkleri okşayan, Türk bayrakları eşliğinde, bir taraftan Kafkas oyunları, diğer taraftan horon halay... Allah’ım bu ne kadar güzel bir manzara idi...

Mehmet Akif’ ide işaret ederek. Ezan ‘da mı şahitlik etmek istiyordu ne "Bir yere denilirse Türk ülkesi, gözüm bayrak arar kulağım ezan sesi" işte muhteşem manzara bu idi kulağımın duyduklarına, gözlerimin gördüklerine binlerce şükür...

Cahit GÜNAY Şair-Yazar & Gönül Elçisi



Bu yazı 4234 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI