Bugun...


Cahit GÜNAY

facebook-paylas
KARABAĞ'IN KIZLARININ GÖZÜNDE KARABAĞ (Karabağ'ın Kızları 6)
Tarih: 24-11-2020 12:16:00 Güncelleme: 24-11-2020 12:16:00


- Sevgili Umuhanım, siz yıllardır girdiğiniz her platformda öncelikle milli ve manevi değerlerinizle birlikte mutlaka Azerbaycan ve haklı davası olan Karabağ'ı da yanınızda taşıyor, hatta buda yetmiyor, bazen uluslararası, bazan da Dünya'da ki mevcut bütün Türk devletlerinin yetkililerine etkili mektuplar yazarak, hem onların bu konuda duyarlılığını arttırıyor, hem de kendi yüreğinizin sesini canlı tutuyorsunuz.

        Hem Türkiye'de, hem de Azerbaycan'da uluslararası bir iş kolunun temsilcisi olarak, böylesine yüreği vatan, millet sevdalısı, Türkçü duruşunuzun işlerinize zararı oluyor mu?  Bize, böylesine başarılı bir iş kadını ve siyasetçi Umuhanım kimdir biraz kendinizden bahseder misiniz?

-Baba soyadım Hüseynova. 19 Ekim 1974'te ailece birkaç gün misafir olduğumuz Fizuli'de doğdum. Aslen Şuşa'lıyım. Yeteneği dünyaca takdir edilen sanatçı bir neslin, ailenin temsilcisiyim. Ünlü muğam üstadı Meşedi Mehmet Farzaliyevin torunu, Azerbaycanlı rakkas, Azerbaycan Halk Sanatçısı SSR döneminin dans yönetmeni Alibaba Abdullayev'in soyundanım. 1999 yılında Western University-nin Siyasal Bilimler Fakültesi'nden mezun oldum ve 2003 yılında Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans derecesi aldım.

Değerli Cahit bey. Ben her şeyden önce evli ve iki çocuk annesiyim. Onların hayatlarını kolaylaştırmak için çalışmalı ve çabalamalıyım. Her ikiside şu an Türkiye'de üniversite öğrencileridir. Bana bu gün, herzamankinden daha çok ihtiyaçları vardır. Azerbaycan'da olduğu gibi Türkiye'de, de uluslararası bir iş kolunun temsiliğini üstlenmiş olmam ve bir iş kadını olarak yaptığım faaliyetler, bana asla Türkçü siyasi tercihlerimden dolayı zorluk yaşatmaz, yaşatamaz. Eğer çalışarak hayatımızı ve ihtiyaçlarımızı kazanıyorsak, siyasetle uğraşıp Türkçülüğümüzü diri tutuyor, vatanımızı, milletimizi ve devletimizi savunuyor, birliğimizi, dirliğimizi temin ediyoruz.

-Peki, Cahit Bey! Ben size bir soru sorsam müsaade eder misiniz?

-Buyurunuz lütfen

 -Yazı dizinizin ismi neden Karabağ'ın kızları?

 -Sevgili Umuhanım! her ne kadar da toplumlar, savaş olgusunu erkeğe has bir argüman olarak algılasa da, her zaman savaşın gerçek mağdurları, yaşlılar, çocuklar, hastalar ve en çok da kadınlar olmuştur. Eşi şehit olan bir kadın, o andan itibaren kendi acılarını bile yaşayamadan, çocuklarının anneleri olmalarının yanında baba, yaşlıların ve hastaların kızları olmalarının yanında oğulları olmalarının da doğal rolüne bürünmüş olurlar. Bazen de Karabağ'da yaşanılanlar gibi, cephede en az eri kadar mavzerleri ile vatan savunmasında yer alırlar... İşte benim savaş ve kadına kısa olarak bakış açım budur.

 Bugün geldiğimiz noktada Karabağ'da kazanılan bir zaferden bahsediliyorsa, mağrur eş ve anaların, şehit cenazelerin de tabutlarını taşırken ki haline bakmak, "Evlat ben sana şehit olma demedim, Karabağ tam bağımsız olana kadar bekleyip öyle şehit olasın dedim" ve "Bugünler için doğurmadımsa, seni hangi günler için doğurdum." diyerek na’şını öpen anaların ve çocukların, atan, namusun, vatanımız bana emanet diyen eşlerin sözlerine bakmak gerekiyor...

 Umuhanım, biliyorsunuz ki benim sizin de içinde olduğunuz Azerbaycan'da çok arkadaşım var, Onlarla konuşurken, gözlerinde ki, kini, nefreti ve sevgiyi de görüyorum, yüreklerinde vatanları için en büyük volkan yangınlarını söndürecek kadar güçlü, en efuk sevgi sözcükleri karşısında ağlayacak kadar naifler, işte Karabağ'ı bu kadınlar anlatsın istedim, illa ki Karabağ'da doğmaya gerek yok, o acının yüreklerinde ki bıraktığı tahribatı görelim yeter, Zira bugün de dün olduğu gibi hepimiz Karabağlı değil miyiz?

  -Değerli Cahit Bey ne güzel ifade ettiniz. İşte bu anlattıklarınızın büyüsü. Türk milletini ziyadesiyle de, Türk kadını tanımaktan geçiyor...

Aile, eski Türk toplumlarında en önemli sosyal birim olduğu için, ailenin temelini oluşturan kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesinde o kadar yüksek bir makama taşınmıştır ki, kadınları yüce varlık yapan bu soy ve kültüre hayran kalmamak mümkün değildir.

Türk toplumunda kadına, erkeğin tek eşi ve çocuklarının annesi olmasının yanı sıra önemli bir rol daha verilmiştir.  O, Türk Milleti için tek refah kaynağı olarak değerlendirildi.  Kadınlara tanınan bir takım haklardan yararlanan Türk hanımı, hanların, hakanların ve kahramanların önünde bir onur anıtı olarak kabul edildi. Türk destanlarında kadınlar ilahi bir varlık statüsüne yükseltilmiştir. Bu nedenle, erişilmezliği, dokunulmazlığı aynı zamanda bir gurur ve şeref kaynağı olması onu hem ailede hem de toplumda her zaman çok değerli kılmıştır.

 En eski Türk inanışına göre "Han ve Hatun" cennetin ve yerin çocuklarıydı.  Burada kadın, yedinci cennete yükselen bir varlık olarak tanımlanmaktadır.  Bir kadının ona böylesine kutsallık veren bir toplumda dövülmesi ya da aşağılanması asla mümkün değildi.  Türk kültüründe ve destanlarında kadınlar her zaman güç ve ilham kaynağı olan erkeklerle birlikte olmuştur.  Dede Korkut'un hikâyelerinden biri olan "Deli Domrul" da Domrul, karısının ona canını feda edecek kadar cesur bulmuş ve tereddüt etmeden hayatını vereceğini söylemiştir. Daha bir Türk kültürüne ait destan kahramanlarından birinin iyi at binen, kılıç kullanan ve savaşabilen kadınlarla evlenmek istediği kaydedilmiştir.  Örneğin Dede Korkut'daki Bamsi Beyreğ'ın hikâyesindeki "Banu Çiçek" bunun en güzel ve açık örneği olarak gösterilebilir.

Kırgız Manas Destanı'nda bir kadın evinin ve onurunun koruyucusudur.  Kazaklarda kadınlara verilen değer, bu atalar misali ile çok güzel anlatılıyor: "Birinci servet sağlık, ikinci servet kadındır."  Tüm Türk destanlarında kadına sarsılmaz bir saygı, sevgi ve bağlılık en üst düzeyde vurgulanmaktadır. Tüm Türk destanlarında kadına sonsuz saygı, sevgi ve sadakat en üstün şekilde görülmektedir. Gerdeğe girdiği gün, kocası ölünceye kadar onu bekleyeceğine ve hiç kimsenin onu tanımayacağına yemin ederek kocasını savaşa o şekilde gönderirmiş Türk kadını. Kadınlarının düşman tarafından savaşta yakalanması, bir Türk için büyük bir aşağılama sayılırmış. Oğuz Kağan Destanı'nda kadınlara tecavüz edenlerin öldürüldüğü ya da gözlerinden vurulduğu belirtiliyor. İranlı tarihçilerden Gardizi, "Türk kadınlarının çok iffetli olduğu biliniyor" dedi.  Gardizi, burada iffet derken Türk kadınının ahlaki saflığını övdü. Bu tanım boşuna değildir.  Kadın isimleri arasında saf, erdemli bir anlamı olan "Hun, Sabir, Arık, Arık, Uygur" gibi isimlerin olması sebepsiz değildir.  Benzer şekilde İbn Battuta, Kırım anılarını anlatan Şahnameh'inde: "Burada Türklerin kadına olan saygısı olan tuhaf bir şeye şahit oldum. Burada kadının değeri ve statüsü erkeklerinkinden daha yüksek” demiştir.

İslam'dan önce Türk toplumlarında kadınsız iş yoktu.  Kadın, erkeğin tamamlayıcısı oldu.  Sürekli eşiyle omuz omuza savaşıyordu. Hatun, yabancı elçileri kabul ederken Hakan'ın yanında yer alacaktı.  Törenlerde ve kutlamalarda kadın Hakan'ın solunda oturur, siyasi ve idari sohbetlere özgürce katılır ve görüşlerini özgürce ifade ederdi.  Örneğin, büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış anlaşması Mete Han'ın eşi tarafından imzalandı.

Urgenç hükümdarı Arap Muhammed han'ın oğlu, 1643'te Aral Özbekler'in ve 1644'te Hiva'nın hanıydı.

Abulgazi Bahadır Han, "Shajarayi tarakime" (1659) ve "Shajarayi türk" (1663) eserlerinde, bir dizi Türk halkının tarihinin yanı sıra halk efsaneleri, rivayetler, efsaneler atasözleri vb. hakkında değerli bilgiler vermiştir. Hakkında birçok makale yazdı.  Oğuz'da yedi kızın uzun yıllar hüküm sürdüğünü anlattı ve bu kızların isimlerini şöyle sıraladı:  Altay Dağlarının en yüksek zirvesine, sanki yüzyıllar sonra bir mesajmış gibi, boyu hakkında "Gadinbaşı" deniyordu.

Türk milletinin İslam'dan önce kadına verdiği değer diğer milletlerde aynı değildi.  Kadınlara karşı tavırları tamamen farklı ve acınacak haldeydi.  Arap bir adam asla karısıyla oturmaz, onunla yemek yer, kararlar almazdı. Aynı zamanda arap kadının miras alma hakkı yoktu. Ancak Türk toplumunda kadınların miras alma hakkı vardı.  Örneğin;  Yakutistan'da kadının kendi mülkü vardı.  Buna "yemin" veya "ıslak" deniyordu.  Kadının dilediği gibi kullanma hakkı vardı.  Çin'de boşanma hakkı erkeklere mahsustur.  Kadınların böyle bir hakkı yoktu.  Ancak Türk toplumunda kadınlar tüm bu haklara sahipti.

"Bir koca karısını boşayabilir ve bir kadın kocasından boşanabilir. Koca, karısının getirdiği çeyizin karşılığını ödeyebilir ve kadın ona para vererek veya sevgisinden vazgeçerek kocasından boşanabilir."

Eski Türk kadını, tam teşekküllü bir birey olarak, Romalı kadından daha fazla hakka sahipti.  Roma yasalarına göre, bir kadın malını yargılayamaz veya miras bırakamazdı.  Roma hukuku kadınları tam olarak tanımıyordu.  Akıllı olduğunu düşünüyordu.  Roma'da dul bir kadınla evlenmek suç sayılıyordu.  Çin'de yeni doğmuş bir bebek, erkek ise pahalı bir beze, kız ise beze sarılırdı.  İran'da ise kan değiştirmemek için yakın akraba evliliği uygun görülüyor.  Bu nedenle zamanla anne ve kız kardeşleriyle evlenenler de ortaya çıktı.  Aynı şekilde cahil Araplar tarafından kızların diri diri gömülmesi de dönemin en acı gerçeğiydi.  Bir babanın kızı olması utanç vericiydi. Yüz yıl öncesine kadar, bir erkeğin masasına oturması caiz olmadığı gibi, bir kadının sorulmadan konuşması da caiz değildi.  Eş başının ucuna büyük bir çubuk asardı, böylece karısı bir emre uymadığı zaman onu kullanabilecekti.  Kadının sözü kızı ve oğlu için asla geçerli sayılmazdı. Öte yandan çocuklar, annelerini evdeki bir hizmetçiden çokta farklı görmezlerdi. "

Öyle zamanlarda Türk kızlarının ve kadınlarının diğer milletlerin kadınlarından farkı onurlu bir birey olarak toplumun güvenini ve itimadını kazanmasıdır. Bir Türk kadınının bu kadar ihtişam ve saygı içinde yaşaması, Türk karakterinin ve kültürünün yüksek değerlerinin açık bir örneğidir.

Kadın insanlığın anasıdır.  Buna değer vermek, tüm toplumların ve insanlığın en önemli görevi ve borcudur!

 İşte Cahit Bey tamda bu yukarda anlattığım Türk kadını rolü, bugün Karabağ'da ortaya çıktı, Dün Nene hatun, Şerife Bacı, Halime Çavuş gibi isimli isimsiz binlerce kahramanında Türkiye'de çıktığı gibi.

Yani anlayacağımız Türk'ün olduğu her yerde umut, her yerde başarı vardır.  "Ne mutlu Türküm diyene"

-Sevgili Umuhanım, bize kıymetli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum, iyi ki varsınız.

      Ben teşekkür ediyorum efendim, Sizler aracılığı ile her zaman yanımızda olduğunu hissettiren, Türkiye'min devletine ve milletine (milletime) sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Sizlerde iyi ki varsınız.

Cahit GÜNAY Şair-Yazar & Gönül Elçisi



Bu yazı 3733 defa okunmuştur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI