Saiq bey! İşte bu mektup; doğduğunda ailesi tarafından bir çöplüğe atılarak terkedilmiş ve ataları Mustafa Kemal'in kurduğu Cumhuriyetin ilk kazanımlarından biri olan, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda; vatan, millet aşkı ile büyütülmüş binlerce anasız babasız yardıma muhtaç çocuklardan birisi olan
Şehit komando uzman çavuş Murat Akman'a ait. Murat Akman; 18 yaşına geldiğinde evi Ç.E.K’dan ayrılmış. Ancak Ç.E.K.İle bağlantısını hiç koparmamış ve oradaki çocuklara yardımcı olabilmek için elinden geleni yapmış..! Askerlik görevini komando olarak yerine getirirken devletin kendisine bağladığı maaşı çocukların ihtiyaçları için Ç.E.K.’na göndermiş. Çıktıkları operasyonlarda da hayati tehlikesi olması sebebiyle son mektubu olabileceğini düşündüğü bu mektubunu, birlikte büyüdüğü bir arkadaşına ulaştırılmak üzere başka bir asker arkadaşına emanet etmiş.
Murat Akman ŞEHİT olunca; mektubunu teslim ettiği arkadaşı Murat’la birlikte büyüyen arkadaşına ulaştırmış. Mektup bu arkadaşı tarafından Murat Akman'ın vasiyeti üzerine bir yayın kuruluşuna belirli bir meblağ karşılığı devredilmiş ve şehit askerin vasiyeti üzerine medya kuruluşunun ödediği para Murat'ın büyüdüğü Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağışlanmış!
İşte sevgili hocam Türk milletine böylesi bir mektubu emanet ederek şehadete eren binlerce Murat Akmanlar’ın yetiştirildiği Çocuk Esirgeme Kurumu kuran bir liderdir. Çocukluk yıllarında okuluna her girişinde "Varlığım Türk milletine armağan olsun" diyerek ant içen ve yeminine her daim sadık kalan biri tarafından sizce Atatürk sevilmez mi?
“Sevilir kardeşim sevilir” diyerek, belki de Murat kardeşimize ait mektubun okunmasından olmalı, gözlerinin buğulandığını gördüğüm Saiq bey, fazla konuşmayarak ayrıldı yanımdan. Sadece Allah'a emanet ol, kahvaltıda görüşürüz diyerek...
Saiq beyide odasına uğurlarken Azerbaycan’ın son dönem yetiştirdiği en önemli şairlerden biri olan Ayaz Arabacı ağabeyin, Sevinç Yunuslu ve Lale Madatova gillerle birlikte Komutan! Komutan diye beni seslenişlerini duydum. Dönüp sesin geldiği yere baktığımda, gecenin ilk saatlerinde olduğu gibi masa harika görünüyordu, değişen sadece Sevinç hanım coştukca coşmuş hali ve etrafında ki gözlerin onu hayranlıkla izliyor olmaları idi. masaya benimde dâhil olmam ile festival kadrosunu dörtlemiştik birde bizden biraz uzakta lobiyi mekân edinmiş firari uykularını içtiklerinde kovalayan bu geceki komşularımız. Ayrıca ara ara otel görevlisinin yeter artık diyen ürkek bakışlarına şahitlik etsem de herkes memnundu halinden..
Sevinç Yunuslu;
Âşık Fakir'in
"Tabip sen elleme benim yaramı
Beni bu dertlere salanı getir
Kabul etmem bir gün eksik olursa
Benden bu ömrümü çalanı getir
Git ara bul getir saçlarını yol getir"
... Türküsünü söyleyemeye başladığında bir an nutkum tutulacak sandım böylesine bir ses; gecenin sessizliği, yorgunluğu, duygusallığı desem, galiba Sevinç hanıma haksızlık etmiş olurum. Ben bu türküyü ilk kez, bu kadar güzel, ilk kez bu kadar hissederek dinledim teşekkürler Sevinç Yunuslu, Sevinç Yunuslu. 1990 doğumlu, , Azerbaycan Yazarlar Birliği üyesi ve Cumhurbaşkanı ödüllü, Evli Bir çocuk annesi, bu sıralar ikinci üniversitesini okumakla meşgul dünyalar güzeli bir Öğretmen Şair, ayrıca yorumcudur...
Bayağıdır yeter artık der gibi bakan otel görevlisi yanıma doğru yaklaşırken, hadi abi yeter diyecek diye bekliyordum ki, araya lobiden komşumuz bir genç girerek.
Abi ya bu sanatçı Azeri mi? Diye sordu.
-Yok, kardeşim Türk!
Ne bileyim otelde Azeriler kalıyor dediler de ondan dedim.. Evet, misafirlerimiz den bir kısmı nasıl ki, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan’dan gelen Türk edebiyatçılar ise bu kardeşlerimiz de Azerbaycan’dan gelen Türk kardeşlerimiz. Bence onlara Azeri dediğinizi duymasınlar..
Tamam abi. Abi ya senden bir ricada bulunsam, acaba sanatçı arkadaşımız, sarı gelin parçasını söyler mi?
-Bilmem soralım derken, Sevinç hanım sessiz sessiz konuşmamızı duymuş olmalı ki birden, sarışın güzelimiz Lale Madatova
Hanımın gözlerine de baka baka;
"Erzurum çarşı pazar
Neylim aman aman
Sarı gelin
İçinde bir kız gezer ah
Ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman
Suna yârim
Elinde kâğıt kalem
Neylim aman aman
Sarı gelin
Dertlere derman yazar ah
Ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman
Suna yârim
Erzurum’da bir kuş var
Neylim aman aman
Sarı gelin
Kanadında gümüş var ah
Ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman
Suna yârim
Yârim gitti gelmedi
Neylim aman aman
Sarı gelin
Elbet bunda bir iş var ah
Ninen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman
Suna yârim"
Otel görevlisi, ben, Ayaz ağabey, birkaç uyku firarisi lobinin misafirleri ve herkesten de çok Lale hanım mest olmuştu, laf aramızda ilk tanıştığımız da otuzlu yaşlarda sandığım lale hanımın, nine olduğunu öğrendiğim de çok bozulmuştum. Siz yine de bunu duymamış olun, zaten yaşını da sonrada öğrendim, otuz küsurmuş.
Sarı gelin parçasını isteyen arkadaşa dönerek beğendiniz mi? Diye sorduğumda, ben böylesi güzel sarı gelini ilk kez dinliyorum abi harika. Bende bu defa parçanın hikâyesini bilir misin kardeşim diye ikinci kez soru sordum. Bilirim abi bir Ermeni türküsü dediğinde ortam buz kesti.
- Yok, kardeşim Sarı gelin türküsü hakkında çok şey söylense de ortak kanı Erzurumlu bir gencin, Çoruh nehri kıyısında yaşayan, Kıpçak beyinin sarı saçlı dünyalar güzeli kızına âşık olması ile başlar. Hem gencin ailesi, hem de Kıpçak beyi bu sevdaya karşı çıkarlar. Erzurumlu genç ise sevdasından vaz geçmeyerek kızı kaçırmaya karar verir ve nihayetinde de uğruna şiirler yazdığı sevdalısını kaçırır.
Bu olayı hazmedemeyen Kıpçak beyi adamlarına sevdalıları bulmalarını emreder ve onları buldurtarak öldürtülür işte sarı gelin parçası böylesine Türkçe seven bir aşkın hikâyesidir, yani bir Türk yaşanmışlığı, Bir Türk parçası bir Türk ezgisidir kardeşim.
Vay beee abi çok acıklıymış.
-Ya....
Sabah yine nurunu tamamlamak üzere olduğunu dışardan gelen
"Es-salâtu hayrun mine’n-nevmi" namazın uykudan hayırlıdır çağırısı ile kendini mujdelemiş oldu, bu üç gün içinde üçüncü duyduğum "Es-salâtu hayrun mine’n-nevmi" idi....
Ezan bitmişti ki ayağa kalktıp odalarımıza çıkma kararı aldık. Lale Madatova'nın, Sevinç Yunuslu hanıma; Sevinç'im hadi sonkez birde senin kendirine ait şiirlerinden birini dinleyip ayrılsak, sözüne Yunuslu;
"Səni sevən gündən yeni doğuldum
Elə bil Allahdın yaratdın məni.
Adıma nahaqdan "ürək" demədin
Sağdan da, soldan da qanatdın məni.
Arxanca dolanan kölgənə döndüm
Özünə qayıdan döngənə döndüm.
Oynatdın əlində çövkənə döndüm
Özündən həmişə yan atdın məni.
Qaldım yağış altda, çətrim olmadı
Heç bir badəlik də xətrim olmadı.
Könlünə toxunan sətrim olmadı
El-oba, şəhər- kənd qınatdın məni.
Ürəyim qanadı mələfə tutdun
Gözümün yaşından künəfə tutdun
Səbrimi min kərə kələfə tutdun
Min dəfə, min cürə sınatdın məni.
Qaldım tufan altda, qaldım çən üstə
Saçıma dən düşdü dəni dən üstə.
Könlümə sən yatdın, məni sən istə
Bilim ki sən sevdin, sən atdın məni."
Sözleri ile sabaha bir damga daha vurarak ayrıldı, ayrıldık hepimiz bir birlerimizden, kahvaltıda buluşmak üzere de sözleşerek.
(Devam Edecek)
Cahit Günay Şair-Yazar & Gönül Elçisi