AŞK-MÜBRE
Bu bir sevdanın, bir vefanın resmidir, Hecenin sultanı kıymetli Safiye Samyeli ve onun acısına yoldaş olmuş kıymeti dijital resim sanatçısı Eda Özsoy (Mihri) Hanımın Ferdi Tayfur'un aziz hatıraları için büyük özveri ile hazırlayıp, benimde önsözünü yazdığım, geliri kız çocuklarının eğitimi için kullanılacak "AŞK-MÜBRE" Efsus Yayınları kalitesi ile gün yüzüne çıkıyor. İlk müjdesini Köşe Yazımız “Gönül Köprüsü”nde vermek istedim.
“Artık demir alma günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli
Bîçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden”;
Sözleri ile aslında Yahya Kemal Beyatlı giden ve kalan arasına ince bir çizgi çekse de bütün dünya milletlerinin insanlık tarihleri boyunca kendi kültürlerini yansıtan dilleri ile birlikte bugün ki anlamda ağıtların söylenme geleneği de devam etmektedir. Savaş, göç, afet, deprem, sel gibi birçok acıya ev sahipliği yapmış
Anadolu insanın yüreğinde de dünün yug törenlerindeki sagulardan, bugünün cenaze merasimlerinde ki ağıtların binlerce yıllık kültürel kazanlarına akarak günümüze kadar gelmiş olduğunu görmekteyiz.
Ağıt yakma geleneği her ne kadar kadınların cenaze merasiminde kendi aralarında musiki tarzı bir okunuş geleneği gibi algılansa da, cenaze dışında afet, sel, deprem gibi çeşitli doğa olayları veya hastalıklar içinde yakılmıştır. Ayrıca bu çok fazla görülmese de birçok Ozanlar tarafından da dile getirilmiştir. Tarihimizde ölenin ardından onun güzelliklerini kahramanlıklarını ağlayarak dile getirip, türkü şeklinde söylenilip saç yolup yüzünü elleri ile kanatırcasına parçalayarak söyleyenlere "Sagucu" denilmişse de bugün bunlara "Ağıtçı" denilmektedir.
Yıllardır tanıyıp Ferdi Tayfur’a olan sevdasını bildiğim Safiye Samyeli Hanımefendi için sanki sanatçının ebediyete intikali ile zaman durdu ve Samyeli eski Türk Kültüründe ki ölünün ardından kendisine zarar veren Sagucular gibi kendi kendisine zarar vermeye başladı. Sürekli ağlıyor matemlere bürünüp karalar giyiniyor, düzenli kullanması gereken ilaçlarını kullanmıyor, hastaneye kaldırılıyordu. İşte tamda bu sırada Türk Kültüründe kutlu bir rakam olan 40 ile kırk günlük yas ilan ediyor ve her günü için yeni bir şiir (ağıt yakmak) yazmak kararı alıyordu...
Tabii etrafında bu durumunu gören dostları onun bu haline üzülüyor Samyeli için endişeleniyor "Acaba ben onun için ne yapabilirim? "diye düşünüyordu. Sevdiği insan için endişelenenlerden biri olan benim de “Hicran Vakti” kitabımın Sitare resmini de çizen "Mihri" Mahlaslı Ressam Eda Özsoy Hanımda hem Safiye'nin Ferdi’sinin zaman içinde ki zamana yansımasını hem de Safiye Hanımın ruh halini anlatan resimler çizmeye başlıyordu. İşte bu kitap tamda bu ruh haliyle tarihe bir iz düşmek adına sevdanın hâlâ bir yerlerde dokunulmadan da yaşanıldığını göstermesi açısından derin önem arz ediyordu.
İki sanat yürekli duygu insanının el ele vererek yola çıkmış olduğu Rahmani bir sevginin en yalın haliyle işlenmiş olan bu kitapla, bir yüreğin sevdiğini hiç görmeden, dokunmadan da kırk yıl nasıl büyük bir aşk ile sevebileceğine bütün okuyucuları ile birlikte bizlerde tekrardan şahitlik etmiş olacağız.
İyi ki varsın Safiye SAMYELİ
İyi ki varsın Mihri Sultan (Eda ÖZSOY)
İyi ki varsınız sanat yürekli duygu insanları, Türk Kültürünün gönüllü hamalları. Ne mutlu ki böylesine güzel insanlar hâlâ var, yaşıyorlar örnek teşkil ediyorlar bizlere… Sevgiyle kalınız. Okuyucusu ve resimlerin ruhuna bürüneni çok olsun inşallah.
Cahit GÜNAY (Şair-Yazar & Gönül Elçisi)